MUTLAK AŞKIN VE GURBETTE HAYATA TUTUNMANIN ROMANI

 SHAHZADEH N. İGUAL

Tahran’da doğdu. İran-Irak Savaşına, Tahran’da ilköğretim çağında bir çocuğun gözüyle tanıklık etti. 1990’lı yılların başında annesi ve kız kardeşleriyle Türkiye’ye geldi. Öğrenim hayatını İzmir’de tamamladıktan sonra dünyayı gezmeye başladı. Kahvenin yetiştiği pek çok ülkeye ayak bastı ve İpek Yolu’nda uzun bir yolculuğa çıktı. İran kültürü ve kahve ile ilgili makale ve yayınlara imza attı. İran sinemasından Farsça eserleri Türkçeye tercüme ettiği gibi, Osmanlıcadan Türkçeye de çeviriler yaptı.

“İran’ın Dünü ve Bugünü” ve “İran’ı Bir İranlı ile Tanımak” adlı orijinal seminer konseptleriyle, İran’ın tarihi ve aktüalitesi üzerine sosyoloji, etnografya, gelenekler, kültür ve tarih mirası, edebiyat ve yolculuklar üzerinden İran’ı dinleyicilerine tanıtıyor. İgual saygın seyahat acentelerinin kültür turlarında seçkin gruplara İranlı bir konuşmacı olarak eşlik ediyor, anavatanının en önemli değerlerini gezginlerle paylaşıyor, konuklarını memleketinde ev sahibi olarak ağırlamanın keyfini yaşıyor, onlar için İran’da edebiyat söyleşileri ve özel etkinlikler düzenliyor. “İran Edebiyat Turu” konseptini de tasarlayıp ilk kez gerçekleştirmenin gururunu yaşayan İgual, “İran’da Edebiyat ve Sanat Buluşmaları” dizisini Türk Edebiyatının önemli yazarları ile yolculuk ederek hayata geçirdi. İgual Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi, İstanbul’da yaşıyor, yeni romanları, tiyatro oyunları ve başka projeleri üzerinde çalışıyor.

www.instagram.com/shahzadehigual

ADI MERCAN SHAHZADEH N. İGUAL

 Tahran’ın Kırmızı Sirenleri, Rolls Royce’u Taramışlar Baba ve İsfahan’ın Gözyaşları romanlarıyla tanınan Shahzadeh N. İgual’in yeni eseri; Adı Mercan.

Bu kez İkinci Dünya Savaşı’nın en hüzünlü ve en unutulmuş hikâyelerinden birini kaleme alan yazar, gerçek yaşam öyküleriyle kurguyu yine ustaca birleştiriyor: Gizemli bir Varşovalı kadınla anlatıcımız İstanbul’da bir günü beraber geçirirler. Beyoğlu pasajlarında, Galata sokaklarında başbaşa dolaşır, kimi tarihi restoran ve kafelerde uzun uzun sohbet eder, geçmişe çetin bir yolculuğa çıkarlar. İkisi de aynı duyguya sahiptir: “Tek başına yüklenmek, taşımak, yorulduğunu kendine dahi itiraf edememek.”

 “... Bu konuyu yazmaya nasıl karar verdiniz?” dedi minik kahve fincanını iki eliyle acemice tutup köpüklerini yudumlarken.

Rahatlamıştım. Mevzuyu önce onun açmasına pek mutlu olmuştum. Dirseklerimi masaya yaslayıp, “Başka bir öykünün peşinden koşarken rastladım size ve hikâyeye,” dedim... "

 "... Sonu belirsiz, zor bir yolculuk bu. Aslında ürkütücü olan başka bir şey daha var: İran’a göç ettirilen Polonyalılarla, Rusya’da kalmayı seçenlerin toplamı dört yüz binden öteye gitmiyor. Peki, Rusya’ya getirilen bir buçuk milyon Polonyalıdan geriye kalan bir milyon yüz bin Polonyalı nerede?.. "

 "... Oturduğumuz askeri kamyonun kasasına bir şeyler fırlatıyorlardı: minik mendillerin içine konmuş tatlı ekmekler, peynir, meyve, şekerleme… Benim önüme düşen mendili açtığımda bir parça ekmek, peynir ve şeker gördüm. En son ne zaman peynir yemiştim, hatırlamıyordum. Hiçbir maddi değeri olmayan o mendilin içindekiler değildi beni etkileyen. Şu anda ağlamamın nedeni, İran halkının o kocaman yüreğidir. Kimsemizin olmadığını bilerek, ne acılar çektiğimizi hissederek bize açtıkları kollarıdır beni hâlâ ağlatan… "

 "... Siyah beyaz, çok eski lakin hiç eskimemiş bir fotoğraf. Dört adam var dükkânın önünde. Asker gibi yan yana dizilip dimdik durmuşlar. Saidian bey gülerek “Şu baştaki rahmetli babam... Bu da ben. Yanımdaki sarı kafalı da Polonyalı Andray. Avukatmış memleketinde... Biz onun, o bizim lisanımızı bilmez ama anlaşırdık bir şekilde.”

“Nasıl tanıştınız peki?” diye soruyorum... "

 “... Peşi sıra birkaç şarkıya eşlik ediyor Varşovalı kadın. Her birini başka duygularla mırıldanıyor. Her eserde bir yerlere gidiyor, birilerini karşılayıp uğurluyor. Gözlerini her tizde açıp, her peste kısıyor. Her değişen ritimde birilerine rastlıyor, her şarkı bitiminde hoşça kal diyerek ayrılıyor. Varşovalı kadın geride bıraktığı ve aslında hiç tanıyamadığı sevdiklerini şarkıların güftelerinde kucak kucak taşıyor…”

 Adı Mercan, yeni bir coğrafyada, yeni bir hayata üstelik sıfırdan başlayan Rahel, Lola, Helena, Sara ve daha birçok kadının öyküleri üstünden okurunu başka dünyalara taşıyor. Romanı için araştırma yaptığı dönemde bazıları hala hayatta olan bu kadınlarla görüşen İgual, yaşananları onların anılarından aktarıyor. Roman, İranlılarla aile kuran, İran'da iş hayatına atılan, dünyaya çocuk getirip büyüten, kimi Hıristiyan kimi Yahudi, bu yürekli göçmen kadınların yaşamlarına tanıklık etmemizi sağlıyor.

Yakın tarihin bu unutulmuş detaylarına ışık tutan Adı Mercan romanı, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasına ait hiç anlatılmamış gerçek yaşam öyküleriyle okuyucuyu şaşırtırken İran'ın zengin yaşam kültürünü gözler önüne seriyor...